İlhan Kantarcı'yı yitirmek
Yazar: Haluk Işık
Tokat'ta, 1957'de doğmuştu İlhan. Yolumuz İzmir'de, Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro Bölümü'nde kesişti. Ben yazarlık bölümündeydim, o oyunculukta ve benden üst sınıftaydı. 12 Eylül'ün dağdağalı günlerindeydik. Alsancak'ta, o unutulamaz kadim binada, bir yandan sanata kulaç atmaya, bir yandan ülkemize yakışmaya çalışıyorduk.
Güzel düşler kurardık ve güzel işlere karar verirdik. Çok yetenekli, çok iyi niyetli ve çok "can" olarak yaşadım İlhan'ı. Sahneye yakışırdı, ısıtırdı. İnsan kaynağı olarak konservatuarı gören ve gelenekselleştiren Devlet Tiyatroları'na, başka bir okuldan girmeyi başaran ilk kuşaktık. Söylendiği kadar kolay olmamıştır. Bu süreci ve mutlaka yazılması gerekenleri, hep birlikte yaşadık. Sonra?
Sonra hepimiz, yaza çize, oynaya yönete takvim eskitmeye başladık. Semih gibi ecelsiz giden arkadaşlarımız, bu serüveni göremedi yaşayamadı, hazindir. İlhan, süreç içinde DT ağabeylerinden biri oldu. Öğretti, yönetti, oynadı, kişiliği ve çalışkanlığı ile bize ve bizden sonra gelenlere unutulmaz bir örnek oluşturdu. Sonra?
Kimi oyunlarıma ter döktü, kimilerinin sahnelenmesine önayak oldu. Her anımsamada, her telefonlaşmada, her buluşmada, ona dair her haberde, İlhan gibi bir yoldaşım olmasından onur duydum. Sonra?
Sonra tahammülü zor bir haber geldi, onu yitirdiğimi, yitirdiğimizi öğrendim. Kederimden içim yandı. Biz, bireysel ve toplumsal kırılmaların, dönüşümlerin ve arayışların yorduğu zamanlar kuşağıyız. 78'liler öyledir. Şimdi nöbet bizdedir, hayatın her alanında ve tıynetimizce varız. Ah sevgili İlhan, yapılacak onca iş varken, böyle zamansız nereye?
Şimdi, şu an, biraz daha yalnız ve yorgunum. Ailesinin, izleyicilerinin, yoldaşlarının ve sanatın başı sağ olsun. Bugünlerden ne zaman söz edilecekse, İlhan hep güzel bir bölümün harika öznesi olarak yaşayacaktır. Avuntu mudur bu sözler? Bilmiyorum, bilemiyorum. Daha fazla yazamayacağım, en iyisi hayatın içinde kalmaya çalışmak
Öyle ya, şimdi burada olsaydı, "Öf, yine kararttın içimizi birader, haydi biraz neşelenelim" derdi. Deneyeceğim İlhan, çok zor, ama deneyeceğim yoldaşım
Bizi "ti"ye mi alıyorlar?
Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı hocamızdan, bir "bilgi notu" geldi. Biliyorsunuz, anlamlı törenlerden sıradan maçlara kadar, İstiklal Marşı'ndan önce ve "ti" sesi eşliğinde saygı duruşu yapılır. Bunun kaynağı, kökeni nedir? Mustafa Hoca'nın gönderdiği bilgiler, hayli "enteresan". Şöyle ki; 1953 ABD yapımı "İnsanlar Yaşadıkça" adlı filmde kullanılmış olan bu parçanın adı, "Military Taps"; bestecisi de Amerikan iç savaşında iş adamlığından generalliğe kadar yükselen Daniel Butterfield. İzleyenler bilir, ABD'lilerin kuzeyli güneyli olarak birbirlerini mahvetmeleri üstünedir. Bu müziği, çok yaşasın Google marifetiyle bulabilir ve dinleyebilirsiniz. Zamanında ziyaretimize gelen Başkan Buş'un, "ti"yi duyunca pek sevindiği ise ara sıcak bir bilgidir. Ne de olsa memleketinin havasıdır.
"Ti"nin Kore Savaşı zamanlarında geldiği düşünülüyor. "Küçük Amerika" olma belgemiz Marshall paketinin, örneğin "tabur rahibi"nden "tabur imamı" devşirilmesi azabı gibi, pek çok absurdlük taşıdığı da malumdur. "Hoşgeldin Amerika" adlı, Kültür Bakanlığı ödüllü oyunumuzda, kıyısından köşesinden biz de bir şeyler yazmıştık. Şimdi söz, Mustafa Hocamızda;
"Antiemperyalist savaşımızı ve bağımsızlığımızı selamlayan İstiklal Marşı ile Amerika'dan başka hiçbir ülkeyi ilgilendirmeyen bu müziği bir arada kullanmak, ne anlama gelmektedir? Konu, yalnızca müzikçilerimizi değil, her yurtseveri ilgilendirmelidir."
İlhan olsaydı, kıkır kıkır fikir beyan ederdi, "Ti'ye alınmışız desene? Yazması senden, oynaması benden!"